20. Yüzyılın son dönemine kadar, bir üretim faktörü olarak suya birçok ekonomi kitabında daha az önem atfedilmiştir. Su, ekonomistlerin ilgi alanına girmemekteydi. Tarih boyunca, klasik iktisat ekolüne dahil olan diğer ekonomistlerle birlikte Adam Smith, David Ricardo ve Malthus, toprağı bir üretim aracı olarak kabul etmişlerdir (tüm doğal kaynaklar anlamına gelecek şekilde). Bununla birlikte, sınırlı kaynaklar ile gelişme arasındaki bağlantının bir sav olarak ortaya atılmasının Thomas Malthus (1766-1834) ile başladığını söylemek mümkündür. Malthus, Azalan Verimler Kanunu teorisini güçlü bir şekilde savunmuştur. Bu teoriye göre; sabit bir toprağa daha fazla sermaye ve işgücü girdisi eklendikçe, sermayenin ve işgücünün ortak marjinal verimi ile birlikte kişi başına üretim de en sonunda azalacaktır. Klasik iktisat ekolüne dahil olan diğer ekonomistlerden farklı olarak Malthus, kısa vade yerine uzun vadeye ve toprağın sabit olduğu varsayımına odaklanmıştır. Neo-klasik ekonomistler ise genel olarak işgücü ve sermayeye odaklanmışlardır. Aslında, dolaylı olarak yenilenebilen doğal kaynaklar eskiden kolaylıkla üretim sürecine dahil ediliyor ve mevcut talebe göre tükenmez ve sonsuz olduğu varsayılıyordu. Örneğin; Marks'a göre doğal kaynaklar serbest mal olarak kullanılabilirdi. Marks; özel mülkiyetin kaldırılmasının ardından oluşacak toplumun, doğadan elde edilen ürünleri sadece gerçek üretim maliyeti ile üretebileceklerini söylüyordu (Krautkraemer 2005).
Bununla birlikte, söz konusu koşullar günümüzde bir hayli değişmiştir. Sanayi devriminden beri dünya üzerindeki insan nüfusu neredeyse 7,5 kat artış göstermiştir. Dünya nüfusu her sene kabaca 80 milyon artmaktadır. 2009 yılı itibariyle 3,4 milyar olan şehir nüfusunun 2050 yılında, hem bu sürede gerçekleşecek nüfus artışı hem de kırsaldan şehre göç oranını göz önünde bulundurarak, 6,4 milyara yükselmesi öngörülmektedir (WWDR, 2015). Küresel iklim değişikliği, hava kirliliği, doğal kaynakların tükenmesi ve sanayileşme gibi sorunlar nedeniyle çevre, en az bulunan unsurlardan biri haline gelmiştir. Sınırlı kaynakların insanların sınırsız isteklerini nasıl karşılayacağını araştıran bir bilim olan ekonomi, çevre ekonomisi isminde yeni bir alan oluşmasına neden olan bu gelişmelere kayıtsız kalmamıştır.
Ekonomi biliminin şemsiyesi altındaki alanlardan bir tanesi olan çevre ekonomisi, çevre sorunlarının ekonomi ile ilişkisini ve çevre ile doğal kaynakların korunmasının ekonomiye katkısını araştırmakla birlikte Enerji Ekonomisi, Su Kirliliği Ekonomisi, Su Ekonomisi, Su Kaynakları ve Ekonomi gibi birçok alt alanı kapsamaktadır.
Günümüzde doğal kaynaklarla ilgili en sorunlu alanlardan biri su haline gelmiştir. Genel olarak su; tarım alanlarının sulanmasında, sanayi ihtiyaçlarının karşılanmasında ve evde kullanım amaçlarıyla kullanılmaktadır. Yaşam tarzında ve yemek alışkanlıklarında son yıllarda meydana gelen değişiklikler nedeniyle kişi başına su tüketimi artış göstermiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi; hızlı nüfus artışı, şehirleşme, sanayileşme, küresel iklim değişikliği, hava kirliliği veya su dağıtım sistemindeki sızıntılar gibi unsurlar, güvenli su talebini sınırlamaya devam etmektedir. Bununla birlikte, iklim değişikliği ile birlikte yağış miktarlarının daha değişken olması beklendiğinden birçok yeraltı su kaynağı halihazırda azalmaya başlamıştır. Suya olan talebin; büyük oranda üretim, ısıl elektrik üretimi ve evsel kullanımdaki artan talepler nedeniyle, 2050 yılı itibariyle bu güne oranla %55 oranında artması beklenmektedir. 2015 yılında Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan Dünya Su Gelişim Raporu'na göre; "talep ile sınırlı arz arasındaki denge sağlanamadığı takdirde, dünya artan bir şekilde şiddetlenecek küresel su açığı ile karşı karşıya kalacaktır" (WWDR 2015).